Dünya Aşı Haftası (24-30 Nisan)

Dünya Aşı Haftası (24-30 Nisan)

 

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi, 2005 yılında aşılamanın desteklenmesini savunmak için “ Dünya Aşı Haftası ” yapılmasına karar vermiştir. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi tarafından 24 – 30 Nisan 2019 tarihleri arasında düzenlenmesine karar verilen ‘‘ Dünya Aşı Haftası ’’nda ana tema bağışıklamanın önemine vurgu yaparak farkındalığı ve aşı kapsayıcılık oranlarını arttırmak olarak belirlenmiştir.

Bugün dünyanın dört bir yanında sağlık çalışanları en ön safta COVID-19’a karşı mücadele ediyor, milyonlarca insan evine kapandı, avantajsız grupların salgınlar karşısında ne denli savunmasız olduğu bir kez daha gözler önüne serildi, tüm ülkelerin sosyal medyasında ve televizyonlarında belki de ilk kez aynı kelimeler kullanılarak aynı konular konuşuluyor. COVID-19’un yayılma hızı ve ortaya çıkardığı yıkım, sistemlerin ne denli kırılgan olduğuyla birlikte bulaşıcı hastalıkların sınır ve sınıf dinlemediğini gösterdi. Gösterdiği bir diğer gerçek ise uluslararası ve ulusal düzlemde sıkı denetimlerden geçen ve güvenilirliği kanıtlanmış olan aşıların gerekli olup olmadığının tartışmasının çoktan geride bırakılması gerektiği.

Sağlık Aşıyla Koruma Altında

Aşı Nedir?
İnsan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri vb. Mikropların hastalık yapma karakterlerinden arındırılarak ya da mikropların salgıladıkları zehirlerin etkilerini ortadan kaldırılarak geliştirilen biyolojik maddelere AŞI denir.
Aşı; insanları hastalıklardan ve onların kötü sonuçlarından koruyabilmek için sağlam ve risk altındaki kişilere uygulanır.
Vücut, aşı ile kendisine zarar vermeyen mikrop ve toksinleri tanır ve onlara karşı bir savunma yöntemi geliştirir. Böylece gerçek mikropla karşılaşıldığında kişi hastalanmaz. Bu kişi artık o hastalığa karşı bağışıktır.

Aşı Nasıl Etki Eder?
Aşılar, belirli bir hastalığa yakalanmadan önce kişilere ulaşıp onları bağışıklamalarını sağlamak amacıyla verilir. Vücutta savunma mekanizmasını uyararak, hastalık etkenini tanıyan ve bu etkenle karşılaşıldığında onu yakalayıp yok eden koruyucu maddelerin (Antikorların) oluşmasını sağlarlar. Böylece kişi hastalıklara karşı dirençli olur.

Aşılar Hangi Hastalıklardan korur?
Difteri, Boğmaca, Tetanos, Çocuk felci, A ve B tipi Sarılık, Siroz, Karaciğer Kanseri, Menenjit, Zatürre, Ortakulak iltihabı, Verem, Kızamıkçık, Kızamığa bağlı: Zatürre, Ortakulak İltihabı ve SSPE (Subakut Sklerozan Panensafalit ) hastalığından, beyin iltihabı ve kan zehirlenmesinden, Suçiçeği ve Zona hastalıklarından korur.

Bu bilgiler ışığında gelin aşı karşıtlığı konusunda da konuşalım:

AŞI KARŞITLARI KİMLER:

Aslında bu kişiler çocuklarını etkileyebilecek durumları araştıran, tek amacının çocuğunu korumak olduğunu ifade eden, sorumluluk sahibi bireyler. Statükoyu sorgulayan, şüpheci, ilgili insanlar bunlar. Bu insanların internette yaptığı araştırmalar sonucunda önlerine bir yığın aldatıcı yayın düşmekte ne yazık ki. Aşıların yararsız, hatta zararlı olduğuna dair görüşlerin çoğu, komplo teorisyenleri tarafından üretilen, çoğu eksik ya da sınırlı tıbbi materyal ve yayınların, yanlış yorumlanmasından kaynaklanan görüşlerdir.
Şimdi onların görüşlerinin ne kadar temelsiz olduğuna bir bakalım:

1. Aşılar etkili değildir safsatası:

Bu kolay çürütülebilecek ve gülünç bir iddia. Aşılar sayesinde bazı bulaşıcı hastalıklar tüm Dünya’dan (çiçek hastalığı) ve bazı ülkelerden (ABD- Çocuk felci) tamamen temizlenmiştir. Aşı ile mücadele edilen tüm hastalıkların Dünya’dan temizlenmesi hem aşılama oranlarındaki eksikliklere hem de bazı hastalıkların (aşılamadığımız) hayvanlarda da görülebilmesi ve bizlere bulaşabilmesine bağlıdır. Örneğin çiçek hastalığı, sadece insanda bulunan bir hastalık olduğu için kolayca ortadan kaldırılabilmiştir. ABD 1994’te ülkede çocuk felcinin kalmadığını açıkladı. Buna rağmen –henüz tüm Dünya’da hastalık ortadan kalkmadığı için aşının gerekliliği ortadan kalkmadı.
Aşı karşıtlarının kurduğu korku senaryolarından çok fazlasını aşılar yokken Dünya yaşadı. Bu yüzden ancak geçmişin dünyasını bilmeyen insanları bu safsatalara inandırmak çok kolay.

Örneğin, çocuk felci aşısının olmadığı 1952’de ABD’de 58,000 hastalık vakası, buna bağlı 3,145 ölüm ve 21,269 felç ve bedensel engellilik oluştu. O günkü ABD nüfusunun şimdikinin yarısından az olduğu (157 milyon) düşünülürse sayıların ciddiyeti anlaşılabilir. Çocuk felcinin halen etkin bir tedavisi bulunmamakta. Eğer bu aşı olmasaydı ABD gibi gelişmiş bir ülkede bile, sırf çocuk felci yüzünden ölen çocuk sayısı bile günümüzde tüm nedenlerle ölen çocukların sayısından 2-3 kat fazla olurdu.

Çocuk felci nedeniyle rehabilitasyon gören çocuklar. Artık görmediğimiz ve görmek istemediğimiz bir görüntü.

Benzer durum sadece çocuk felci değil, tüm aşı ile önlenebilir hastalıklar için geçerlidir.  Aşılamanın olmadığı 1900’lerde ABD’de hastalıkların yıllık görülme sayısı şöyleydi:

  • Çiçek: 48,164
  • Difteri: 175,885
  • Boğmaca: 147,271
  • Tetanoz: 1,314
  • Çocuk felci: 16,316
  • Kızamık: 503,282
  • Kabakulak: 152,209
  • Kızamıkçık: 47,745

Günümüz için kabul edilemeyecek sayıda ciddi ve ölümcül hastalıklar yüz yıl önce bu kadar çok görülmekteymiş. ABD’nin nüfusunun o zamanlara göre en az 2-3 kat arttığı düşünülürse bu rakamların korkunçluğu daha da fazla anlaşılacaktır.
Günümüzde rutin olarak, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği, zatürre, menenjit, rota ve gribe karşı aşı uygulanmakta. Çiçek ve çocuk felci ABD’de görülmemekte. Difteri de ortadan kalkmak üzeredir. Diğer hastalıklara bağlı ölümler ise %99 azalmıştır.

Şu an aktif meslek hayatını sürdüren birçok hekim meslek hayatında çiçek, çocuk felci, tetanoz, difteri, boğmaca ile karşılaşmamasını aşılara borçludur.

2. Çocuk ölümlerinin azalmasının, aşılardan çok temizlik koşulları ile sağlandığı safsatası:

Aşı karşıtlarının en büyük iddiası, aşıların değil ortaya çıktıkları modern çağ ile birlikte aslında temiz suya erişim, modern tuvalet-kanalizasyon sistemlerinin, pastörizasyon ve gıda koruma tekniklerinin gelişiminin salgın hastalıkları önlediği iddiasıdır. Temizlik kuralları ve projeleri halen toplum sağlığı için Dünya çapında önem ve kilometre taşı olmaya devam etmektedir. Bu asla inkar edilemez. Ama bu aşıların da çocuk ölümlerini engellemeye olan dev katkısını inkar ettirmez.

 

 

Grafik 1840’tan günümüze kırsal ve kentsel alanlarında bebek, çocuk ve anne karnında bebek ölümlerini göstermekte. ABD’de 1850’li yıllarda 5 yaş altında doğan çocukların yarısı ölmekteymiş. Hijyen kuralları, su temizliği-klorlama, pastörizasyon çocuk ölümlerinde belirgin bir azalmaya sebep olmuş. Çoğu aşı karşıtı aslında aşıların ne kadar eskiden beri yapıldığını bilmemektedir. Çiçek aşısı 1796 yılından beri kullanılagelmiş ve riskli gruplarda 19. Yüzyıl boyunca kullanılmıştır.

Difteri, boğmaca, tifo ve tetanoz 1950’lerde kullanılmaya başlanmıştır. Çocuk ölümleri, 1950 yılından itibaren 10 kat azalarak 36/1000 seviyesine gerilemiştir. Bugün ise 6.5/1000 düzeyindendedir. Çocuk felci aşısının kullanıma başlandığı 1959 yılından itibaren ve kızamık, ardından kızamıkçık ve kabakulak aşılarının etkisiyle çocuk ölüm hızındaki düşüşü grafikte görebiliriz. Bunun ötesinde sadece çocuk felci aşısının on binlerce felç vakasını önlediğini de hatırlamakta fayda vardır.

Aşı etkisinin en iyi kanıtlanabileceği örnek Afrika’dır. Çocuk ölüm oranı 1990’da %16.3 idi. Bir başka deyişle doğan her çocuğun 16’sı ölüyordu. Sadece aşılarla bu oran yarıya düşmüştür. Aşılar sayesinde Afrika’da 2000 yılından günümüze yaklaşık 50 milyon hayat kurtulmuştur.

Yukarıdaki grafikte WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından 2000-2001 yıllarında başlatılan, Afrika’nın üç ülkesinde (Burkina Faso, Mali, Togo) kızamık aşılama oranının arttırılmasına yönelik programın sonuçlarını görmektesiniz.

Kızamık aşılama oranlarının düşük olduğu bu üç ülkede (Burkina Faso’da %66, Mali’de %37, Togo’da %33) düzenli aşılama uygulamasına geçilmiş ve %95-99 oranında aşılama başarısı sağlanmış. Soldaki mavi sütunlarda bu program öncesinde yıllık hastalık vaka oranını, sağdaki bordo sütunlarda ise aşılama oranının artışından sonra 2002’ye ait hastalık görülme sayısını görmektesiniz.

Hijyen kurallarının bu kısa sürede hemen hemen hiç değişmediği bu ülkelerde hala temiz su kaynaklarının, kanalizasyon ve lağım sisteminin bozuk olduğu düşünülürse aşının hastalık önleyici etkisinin ne kadar belirgin olduğu görülebilir.

3. Aşıların, yüksek miktarda thiomersal (civa), formaldehit, alüminyum benzeri ölümcül maddeler içerdiği safsatası:

Bu, çevre duyarlılığı hassas olanlar başta olmak üzere, sağlıklı bir dünyada yaşamak isteyen herkesin tüylerini diken diken edecek bir iddiadır. Böylece toplumda artan kimyasal-toksik madde korkusu ön plana çıkarılarak etki sağlanmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle, tükettiğimiz her şey kimyasaldır zaten. Su dediğimiz iki hidrojen ve bir oksijenden oluşan bir bileşiktir. Her an oksijenin yanı sıra azot, argon, karbondioksit, neon, helyum ve metan solumaktayız. Çünkü atmosferde bunlar var.

Tüm kimyasallar için alınan miktar önemlidir. Çok aşırı su içerek, ya da az içerek yaşamınız riske atabilirsiniz. Soluduğumuz havada karbon dioksit oranı 1/1000’in altındadır. Bu haliyle zararsız olan karbondioksit tek başına solunduğunda ölüme sebep olur. Aşı karşıtları için sihirli bir kelimedir, kimyasal!

Unutmayın:
Tüm kimyasallarda miktar önemlidir! Çoğu kez, bir maddenin ilaç ya da zehir olması arasındaki tek fark dozu, yani miktarıdır.
Buna karşın aşı karşıtlarının korku üretmek amacıyla bazı umacılar (civa vb) ürettiği, bu umacının adını da ölümcül kimyasal, zehir gibi adlandırdığı da bir gerçektir. Bu meşru, bilimsel bir yorum değildir. Bir kimse aşı içinde zararlı kimyasal var diyorsa önce bu kimyasalın ne olduğunu, miktarını söyleyebilmeli ve bu miktarın insan vücuduna olan zararlarını bilimsel çalışmalarla göstermelidir.

Oysa tipik bir aşıda, bir parça çikolatadan daha fazla kimyasal bulunmaz. Bir parça çikolatada bulunan 300-500 civarındaki kimyasallardan bazılarını sayalım: theobromine, kafein, phenylethylamine, anandamide, serotonin, apigenin…

Gezegenimizde civa da var. Hiçbir aşı karşıtı size domates ya da marul yemeyin, içinde civa var dememiştir. Oysa bu ikisinde çok ama çok az miktarda civa bulunmaktadır.

Konuyu açalım.

Sofra tuzu, sodyum-klorürdür ve bir sodyum ile bir de klor atomunun birleşerek, artık yeni bir yapı oluşturduğu, dolayısıyla artık asla sodyum ya da klor özelliği göstermez. Eğer bir bileşiğin içindeki atomlara bakarak yorumlayacak olsaydık şöyle derdik: Eyvah, tuz mu o? Yani evde zehirli klor mu var yoksa?

Klor bir gazdır. Sodyum klorür ise bir tuz.

Aynı durum alkol için de geçerlidir. Tüm alkollü içeceklerde etil alkol vardır. Kaçak içkilerde bulunan, körlüğe ve ölüme neden olan metil alkolle arasında sadece bir karbon ve iki hidrojen kadar fark vardır: Metanol (Metil alkol) CH3OH iken Etanol (Etil alkol) C2H5OH.
Aşılarda aslında uzun zamandır kullanılmayan thiomersal adlı koruyucu vardır. Civa işte bu maddede bulunur. Çok nadir ve eskiden kullanılan çoklu dozlu türdeki grip aşılarında koruyucu olarak mevcuttu. Yaklaşık 20 yıldır aşılarda civa bulunmamakta. Yani eğer çocuğunuz 15 yaş altındaysa kesinlikle aşı kökenli civaya maruz kalmamıştır.

Peki ya maruz kaldıysa??? Çok mu kötü bir durumdur sizce bu?
Peki aynı şekilde ton balığında bulunan civa türünün (methyl mercury) civanın zararlı formu iken, aşıda bulunan civa türünün (ethyl mercury) zararsız olduğunu biliyor musunuz? Methyl türünün yarı ömrü yaklaşık 50 gündür ve vücutta birikir. Oysa aşılarda bulunan civa türü olan, ethyl mercury ise hızla aktivitesini kaybeder, 7 günlük yarılanma ömrüne sahiptir ve vücuttan atılır.

Peki neden aşı karşıtları bu iki civayı da aynı kategoride size sunuyorlar? Neden size, hangi bileşik içinde olursa olsun, civa zararlıdır diyorlar. Söyler misiniz, kaç aşı karşıtı size içinde zehirli civa olduğu için ton balığı yememeniz gerektiğini söyledi? Şu ana kadar kaç kutu ton balığı yediniz?

Bilginin tamamını saklama davranışı, sizce dürüstçe ya da en azından bilimsel midir?
Size civanın etil ve metil formlarından bahsetmeyip, iki ayrı bileşik arasındaki farkı saklıyorlar. Neden?

Benzer suçlamalar aşıda bulunan formaldehit için de yöneltilmektedir.

Formaldehit, doğada bulunan diğer pek çok madde gibi yüksek miktarlarda tehlikeli ve ölümcül etkilere sahiptir. İnanılmaz gelebilir ama vücudumuzda da şu anda formaldehit bulunmaktadır. Müthiş bir kimya laboratuvarı olan vücudumuzda her an trilyonlarca kimyasal reaksiyon gerçekleşir. Formaldehit de bu reaksiyonlar sırasında çok sık oluşan bir maddedir. Neyse ki, vücudumuzda oluşan formaldehit hızla bizim için güvenli bir madde olan ve bu yüzden gıda koruyucusu olarak da kullanılan formik asite dönüşür. Neden aşı karşıtları aşıda bulunan formaldehit miktarından değil de formaldehitin genel olarak ne kadar zararlı olduğundan bahsederler? Neden aşıda bulunan miktarının vücutta bir değişime neden olmayacağını söylemezler?

Bu arada bir armutun tek doz aşıdan tam 100 kattan fazla formaldehit içerdiğini de söyleyelim.

 

Unutmayın: Miktar önemlidir!

Zehirli kimyasallardan tamamen korunmanın tek yolu yememek ve içmemektir. Hatta nefes bile almamaktır.

Aşı karşıtlarının en çok dile getirdiği konulardan biri de aşılardaki alüminyumdur. Oysa alüminyumun zararlı olduğu, bu yüzden aşı yapılmamasını iddia eden biri nefes almakta da tereddüt etmelidir.

Neden mi?

Teknolojide yoğun kullanımı ve çevre kirliliği nedeniyle 1950’de yaklaşık olarak kişi başı günlük 1mg olan alüminyuma maruziyetinin, 2050’de yüz kat artarak 100mg’a kadar çıkması bekleniyor. Günümüzde metreküpte havada 100ng’dan az alüminyum varsa hava temiz kabul ediliyor. İdeal kabul edilen böylesi bir ortamda dahi günlük 1.4mcg alüminyum solumaktayız. Endüstriyel bölgelerde ve kalabalık kentlerde bu oranın 1000 katına kadar çıktığı bilinmektedir. Bu durumda sadece nefes alarak bile günlük 1.4 mg alüminyum alabilmektesiniz.

Peki bu yüzden karalanan aşılarda (mesela zatürre aşısında) ne kadar alüminyum var biliyor musunuz?
Sıkı durun; sadece 0.125 mg! yani sadece nefes alarak bir günde aldığınız alüminyumun 10 katından bile az.

Unutmayın: Miktar önemlidir!

4. Aşılar uluslararası sermaye ve ilaç şirketlerinin para kazanmak için uydurduğu gereksiz maddelerdir safsatası:

Yatırım maliyeti. Yeni bir aşının yaklaşık maliyeti yaklaşık olarak 1 milyar dolar civarında. Bu nedenle yeni aşılar öncelikle yatırım maliyetini karşılayabilecek ödeme gücüne sahip insanların yaşadığı zengin ülkelerde tüketilir.

Çoğu ülke ise bu aşıları özel tedarik ve satın alma anlaşmaları sayesinde, lojistik, soğuk zincir vb maliyetleri düşürerek temin ederler. Bu sayede ülke halkına ucuz aşı temin ederken, aşı üreticileri ise tabiri caizse ancak sürümden kar ederler.

İNFLUENZA

Grip, Influenza adı verilen bir virüs tarafından oluşturulan bir infeksiyon hastalığıdır. Genelde 39°C üzerinde ateş, şiddetli kas ve eklem ağrısı, halsizlik, bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve öksürük ile kendini gösterir. Sonbahar-kış aylarında daha fazla görülür. Grip salgınlarında genellikle, Dünya’da yaklaşık 500 milyon kişi hastalığa yakalanır. Bunların % 1’inden daha azında grip, hastaneye yatacak kadar ağır seyreder.

Nasıl Bulaşır?
Virüs, en sık hastanın öksürme ve hapşırması ile ortama saçılan damlacıklar yoluyla insana bulaşır. Hasta ile temas (tokalaşma-öpme vs) yanı sıra dokunulan cisimlerle de (kapı kolları- toplu taşıma araçlarında tutunulan yerler vs) ile de bulaşabilir. Hastalığın bulaşmasından ortaya çıkmasına kadar olan süre: 1-4 gündür. Hasta, hastalık belirtilerin ortaya çıkmasından 1 gün öncesinden, hastalık başlamasından sonraki 4- 5. güne kadar bulaştırıcıdır.

Kimlerde Daha Tehlikeli Seyreder?
Astım, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı), kalp yetmezliği, kalp ritim bozuklukları olanlar, kalp damar hastalığı, Diyabet ve nörolojik hastalıkları olanlarda grip çok daha ağır ve ölümcül olabilir.

Grip hastalığında Ölüm Riski var mıdır?
Salgınlarda genelde Dünya’da yaklaşık 500 milyon kişi Gribe yakalanır. Bunların % 1’inden azında hastaneye yatacak kadar ağır seyreder.

  • Her yıl 250.000–500.000 kişi grip nedeniyle yaşamını yitirir.
  • Sağlıklı erişkinlerde 100.000 hastada 2 ölüm görülür.
  • Ölüm riski sağlıklı kişilere göre;
  • Kalp hastalığı olanlarda 52 kat,
  • Akciğer hastalığı olanlarda 120 kat,
  • Hem kalp hem Diyabeti olanlarda 241 kat artmaktadır.

GRİP nasıl önlenir?
Aşılanmak ve aşağıda belirtilen kurallara uymakla gripten korunulabilir:
Hasta kişilerle temas etmekten kaçınmak. Salgın dönemlerinde topluca bulunan yerlerden (tiyatro-sinema-konser vs) uzak durmak. Bu dönemlerde toklaşma-öpüşmeden kaçınmak, sık el yıkamak ve genel hijyen kurallarına uymak etkili olur.

Pnömokok (zatürre) aşısı

Pnömokok bir bakteridir. Hafif-orta şiddetli olarak değerlendirilebilecek, otit (kulak iltihabı), sinüzit gibi hastalıklardan, ciddi, ölümcül olabilen zatürre,menenjit ve sepsis dediğimiz kan zehirlenmesine ve sonucunda ölüme neden olabilir. Zatürre aşısı işte bu pnömokok isimli bakterinin neden olduğu ciddi ve ölümcül olabilen hastalıkları engellemek için üretilmiş aşılardır. Zatürrenin hem çocuklarda hem de yetişkinlerde en sık nedeni pnömokok adlı bakteridir.

Pnömokok bakterisi, boğazında bu bakteri bulunan kişilerin öksürük ya da hapşırmaları yoluyla yayılır. Bulaşma, solunum salgıları ile temas veya büyük damlacık yoluyla kişiden kişiye olmaktadır. Hasta olmasalar bile bazı çocuk ve yetişkinlerin burun ve boğazlarında bu bakteriler bulunabilir. Bu kişiler pnömoku yayabilirler.

Pnömokok bakterisinin neden olduğu hastalıklara karşı en iyi korunma yolu pnömokok aşısı ile aşılanmaktır. Pnömokok aşısı, bu bakteriden kaynaklanan zatürre, menenjit ve sepsis (kan zehirlenmesi) gibi ciddi ve hatta ölümcül hastalıklardan korur.

Kimlere pnömokok aşısı uygulanmalıdır?

  • Bebek ve 5 yaşından küçük çocuklara
  • Sağlıklı 65 yaş ve üzerindeki yetişkinlere
  • Yaş farkı gözetmeksizin, Pnömokok bakterisinin neden olduğu hastalıklar için riski arttıran aşağıdaki hastalık ya da durumu olanlara uygulanır:
    • Diyabet (Tip1 ya da Tip2)
    • Kronik kalp hastalığı
    • Kronik akciğer hastalığı (astım dahil)
    • Kronik böbrek yetmezliği
    • Kronik karaciğer hastalığı
    • Kanser hastaları, kemoterapi, radyasyon tedavisi ya da bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi verilen hastalıklar,
    • BOS kaçağı
    • Kohlear implant
    • Orak hücreli anemi ve diğer hemoglobinopatiler
    • Aspleni (dalağın ister doğuştan, ister ameliyatla alınmış olarak bulunmaması)
    • HIV enfeksiyonu
    • Nefrotik sendrom